Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ocak, 2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Endişe

Veren de o alan da nedir senden gidecek, Telaşını görenler, can senin zannedecek... -Aşkî-

Bir An

Bazılarımıza göre, hayat karanlık bir kuyu!.. Son derece ağır bir yük!.. Her gün, her şey biraz daha kötüleşiyor!.. Nokta kadar bir umut ışığı bile yok!.. Böyle düşünüyorsanız bilin ki bu "Müslümanca" bir bakış açısı değil... Hz. Âdem böyle düşünseydi Havva'sına, daha sonra da Cennet'ine kavuşamazdı... Hz. Yusuf böyle düşünseydi, kardeşleri tarafından itildiği karanlık kuyudan dışarı çıkamazdı... Hz. Yunus böyle düşünseydi, balığın karnında kalırdı... Hz. İbrahim Nemrud'un ateşinde yanardı... Peygamberlerimiz en zor anlara bile teslim olmadılar; içlerindeki imana ve iman kaynaklı umuda tutunup, kurtuldular. Böylece her şart altında umut ışıklarının varlığını ispatladılar . Bilin ki, umut ışıkları hiçbir zaman tümüyle sönmez: Çünkü her halimizi gören ve bilen BİRİ var... Öyleyse umutlanalım: Hz. Yusuf'u karanlık kuyuda bulup kurtaran, bizi de güçlüklerden kurtarabilir... Hz. Yunus'u balığın karnından kurtaran, bizi de iç karanlığımızdan kurtarabilir... Hz

Name

Eskiden mektuplar al?rd?k dostlar?m?zdan, uzun uzun, samimi s?cak sat?rlar? olan. Anlat?rlard? ilerinde ne varsa, ilerinden geldi?i gibi, bildi?imiz gibi. En samimi duygular?n dile geldi?i sat?rlar, birbiri ard?na eklenen cmleler ahenk iinde, biraz durgun biraz kederli, sylenirdi ne varsa sylenecek olan. Her mektup gelende ufka do?an gne? misali, gzlerimizin ?avk? ayd?nlat?rd? oday?. Hep en iten zlemlerin, en hasrete bakan yan? dile gelir sat?rlarda, payla??l?rd? uzak yollardaki dostlarla. Duygular?n itenli?i , anlatan?n samimiyeti sat?rlara nak?? gibi i?lenir, aras?na bazen kurumu? bir gl yapra?? eklenirdi. Cmleler k?sa manalar ykl, sevinler belli ederdi kendini. Can dostum, sevgili arkada??m, karde?im diye ba?lard? sat?rlar, ba?lad??? gibi srer giderdi ayn? samimi s?cakl?k. Uzun ayr?l?k zamanlar?n?n getirdi?i zlemlerin gzelce anlat?lmas? iin d?ne d?ne yaz?l?rd? mektuplar. Bayramlarda bir ba?ka olurdu mektup sevinci, bir ba?ka haz al?rd?k duygular?m?zdan. Gzel kartpostallar iin dola??

Eğilirken

Eski gölgelerin tepesine güneş diktim düştü sırrı aynanın güllerin irkildiği mevsimdi kurcaladım yarayı dağıldı yüzümdeki beyaz esmer bir lekeydi ezberim gün/ahları tek bir heceye yükleyip geldim aksa diye dalgın ırmak uykunun bağçelerinden geçtim u/yanarak duydum sesini kuyuların sır! dedim rüzgârdan incinen kuşlara: susmayı, bir kırık sözden suyu öpüp nâra eğilirken öğrendim. Elif Nuray

Sancı

Lafımın dostusunuz, çilemin yabancısı, Yok mudur sizin köyde, çeken fikir sancısı? NFK

ÖRÜCÜ

Yeni yaptırdığım takım elbiseyi, fakültede o yıl vereceğim ilk derste giymek üzere dolaptan çıkarttım ve binbir itina ile giyinerek yola çıktım. Antredeki aynanın başından bir türlü ayrılamadığım için saatin nasıl geçtiğini anlayamamıştım. İki dakika içinde servis otobüsüne yetişmem gerektiğinden adımlarımı gittikçe sıklaştırıyor ve elimdeki çantayı, sanki hız kazanacakmışım gibi ileri geri savuruyordum. Çantamın bacağıma takılarak beni düşürdüğünü, ancak kendimi yerde bulunca anladım. Pantolonumun bir dizi yırtılmış ve sol avucum, yolun kenarındaki çöp tenekesine çarparak yarılmıştı. Başkaları tarafından görülmüş olmak ihtimaliyle yüzümün kızardığını hissediyordum. Hemen toparlanarak ayağa kalktım ve dizimdeki yırtığı çantamla örtmeğe çalışarak evin yolunu tuttum. Yırtılan pantolonumu örücüye vermeyi, kazadan ancak birkaç hafta sonra akıl ettim. Ve bunlardan birini bularak pantolonumu gösterdim. Bu arada başımdan geçen kazayı anlatmış ve belki de laf olsun diye yaralı

Kaybolmak

‘Su’, ‘ateş’ ve ‘ahlâk’ dostluk kurmuşlar. Bir gün ormanda dolaşmaya çıkmışlar. Fakat bir müddet sonra içlerine bir korkudur düşmüş. Orman çok büyük ve çok karmaşıkmış. Her türlü ihtimâle karşı birbirlerini kaybederlerse, nasıl bulacaklarını düşünmeye başlamışlar . Ateş ve ahlâk suya sormuşlar: Kaybolursan seni nasıl bulacağız? Su cevaplamış: Nerede bir şırıltı duyarsanız ben oradayım, demiş. Sıra ateşe gelmiş. Su: Seni yitirirsek ne yapalım? diye sormuş. Ateş : Duman gördüğünüz yerde ben varım, cevabını vermiş. Sıra ahlâka gelince cevabı şu olmuş: Beni asla kaybetmeyin; eğer kaybederseniz, bir daha asla bulamazsınız ! -alıntı-

Kahvenin sırrı

Sahilde oturduğun rüzgarlı bir sonbahar günü, en sevdiğin dostun ağlarken, içtiğin kahvenin tadı kederlidir... Kahve telvesine yüreğinin acısı karışır. Bir pazar öğle sonrası annenin "hadi bir kahve yap da içelim" dediği kahve huzurludur... Köpükler annenin göz bebeklerine yansır... Dudağının kıyısında kalan küçük bir gülümseme olur... Gecenin bir yarısı ,hatta beklide sabaha karşı alkollü eve gelen birinin içtiği kahve, düşülen kuyudan çıkma çabasıdır...

Akıl baska yürek baska

Birbirine benzese de Yel başkadır, külek başka Itrı da hoş, rengi de hoş Gül başkadır, çiçek başka. Her diki yokuş bilme gel Her meyi meyhoş bilme gel Her uçanı kuş bilme gel Kuş başkadır, böcek başka. Her derdine ortak benim Her ağrını ten bölenim Sen çekensin, Ben gelenim Gemi başka, yedek başka. Hakkın yolu öz yolumdur Eğilmeyen düz yolumdur, Hayırla şer sağ solumdur Şeytan başka, melek başka. Bir dileğe ben calandım Kah kazandım, kah talandım. Ömrüm boyu haçalandım Akıl başka, yürek başka. Dilek oldu benim adım Pervazlandı kol kanadım Yetmedi sabrım, inadım Amel başka, dilek başka. Bahtiyar Vahabzade

Vazgec aşktan!

Ferhad'a acıma ey talib, dağları delerken yorulmaz o! Mecnun'a da gülme sakın, divanesi olduğu yâr uğruna kaybettiği aklın ardından aslâ gözyaşı dökmez. Sen asıl Yusuf'un hâlinden ibret al, âşık olmak varken hazinedar oldu. Bir de âlemlere rahmet olarak gönderilmiş Efendimizin (s.a) hâlini düşünsene! O ki Mirac'da yâriyle arasında neredeyse bir adımlık mesafe kalmışken (kabe kavseyni ev edna), yâre sarılmak yerine bizleri düşündü de "Ümmetim! Ümmetim!" deyû ağlamaya başladı. İmdi, söyle bakalım ey talib, fedakârlığı büyük olanlar kimler? Aşıklar mı, yoksa aşktan vazgeçenler mi? Dücane Cündioğlu

Sade

"Ne sazdan, ne sözden, ne evladdan, ne de güzel yüzden zevk aldım, Sazı severim, aşkımı söylerse; sözü severim, yine onu söylerse, manayı söylemeyen güzeli ne yapayım ?. Su içmek isteyen bir kimse için boş kadeh ne işe yarar?. Fakat kadeh temiz, berrak ve latif olursa elbette suyun zevkini arttırır." ( Kenan Rifai)

Mavi patik

İhtiyar adam, tapu dairesinden çıkarken sevinçliydi. Oturduğu evin tapusunu çocuğunun üzerine kaydettirmişti. İçinden "Ölümlü dünya" diye geçirdi."Biz öldükten sonra oğlumun birçok işlemle uğraşması gerekmeyecek. Neden eziyet çeksin yavrum!" Ömer'in kendisini neredeyse zorla doktora götürüşünü hatırladı. "Kerata, amma da ısrar etmişti. Sağlığıma verdiği önem kadar ziyaretime de gelse ya." Eve döndüğünde, karısı onu karşıladı. Biraz durgun gibiydi. Adam, koltuğa oturdu, koynundaki tapu kâğıdını çıkardı, "Bu nedir biliyor musun hanım?" diye sordu. Ve cevabını beklemeden anlattı: "Yarın ne olacağı bilinmez, vademiz gelir de ölürsek oğlumuz uğraşmasın diye, evin tapusunu onun üzerine yaptım ." Eşi adeta fısıldadı: - Ömer de bugün gelmişti... Öğleden önce. - Öyle mi, vay hayırsız. Demedin mi uzun zamandır niye görünmüyorsun diye. Kadın, kocasını dinlemiyor gibiydi. Masadaki kâğıdı gösterdi, "Bunu getirmiş" dedi. Sesi titriyor

Ahtapot ile akrepin aşkı

Çok uzak bir adada yaşayan güzeller güzeli Ahtapot ve çok yakışıklı bir akrep birbirlerine aşık olmuşlar. Fakat ikisi de birbirinden korkuyormuş. Ahtapot akrepten onu zehirli iğnesiyle sokar diye , akrep ise Ahtapotun uzun kolları onu boğar diye.Fakat daha fazla dayanamayarak ikisi de birbirlerine kollarını uzatmışlar. Ahtapot ben kötü ihtimalle bir kolumu veririm, nasıl olsa yerine yenisi gelir, diye düşünmüş. Akrep ise ;Onun için kendimi feda edebilirim, demiş. Birbirlerini çok seviyorlarmış. O kadar mutlularmış ki bütün hayvanlar çok kıskanıyormuş onları... Zamanla akrepten sıkılmaya başlamış ahtapot, aklında açık denizler varmış hep. Oralara gidip başka hayvanlarla tanışmanın hayalini kuruyormuş. Güzelliğini bu şekilde geçirmemek için Okyanuslara doğru yüzmeye başlamış. Terk edilen akrep günlerce sahilde onun dönmesini beklemiş. Ardından çok ağlamış fakat göz pınarları olmadığı için, hep içine akmış göz yaşları. Okyanusların en güzel sularında süzülen ahtapot yeni yerler gördükçe

MARANGOZUN KURBANI

Yılların marangozuydu. Saçlarını o küçük atölyesinde ağartmıştı. Eskisi kadar işi yoktu artık. Fabrika mamulü eşyalar piyasayı istila etmişti. El işi özel imalat meraklıları dışında kimse gelmiyordu dükkânına. Hani neredeyse birer sanat eseri olan masalar, sehpalar, kitaplıklar yapar, geçimini bununla sağlardı. En iyi tahtaları kullanır, görülmedik bir özenle çalışırdı. Tahta mı gerekiyor, keresteciye mutlaka kendisi gider; ceviz, gürgen, çam cinsinden en iyi tahtaları bizzat seçip alırdı.

KEDİ DİLİ

Aralarındaki anlaşma şuydu. Kavga ettikleri zaman kim kendini haksız görürse, ötekini arayacak ve kedi diliyle konuşacaktı. Yani ona "Mırr" diyecek ve barışacaklardı. Birbirlerini çok seviyorlardı. Her seven gibi ara sıra münakaşaları, gerginlikleri oluyordu. Ama her defasında bu "Mırrlama" harikulade bir maymuncuk gibi bütün gerginlikleri açıyor, işler yoluna giriyordu. Evliliklerinin altın parolası buydu. Küçük bir kedi "Mırrlaması"... Kendi deyişleriyle, "Böylece aralarındaki gerginlik yumuşatılıyor, normal hayata dönüyorlardı". Bu aslında, "Senin çabanı takdir ediyorum." anlamına geliyordu. Öteki için de "Özrünü kabul ediyorum."... Bu anlaşmanın tek şartı vardı. İkisinden birisi mutlaka "Mırr" diyecekti. Sonra bir gün ilginç bir şey oldu. Yine bir gerginlik günüydü. Arada negatif rüzgârlar esmiş, gergin elektrikler gidip gelmişti. Hafiften bir küskünlük yani... Herkes kendi yoluna gitmişti. Durumu

Vakit

Ah zaman ahh!... En onulmaz yaraların merhemi, en tükenmez vakitlerin işleyen saati, en affedilmez hataların bağışlayanı... İyileşmese de acı, zaman tedavi eder Bitmese de an, zaman su gibi geçer Affedilmese de yanlış, zaman telafi eder

Hüzün

Pencereden bakarken gördüğüm tek şey: Hüzün Farkedemedim hala endamını gündüzün.. Nurullah Genç

Hüzün