Sürmeneli Cemal mi, Almancı Cemal mi, Sultanhamamlı Cemal mi?
Hiçbiri değildi belki de.
Onca çalkantılı yıllardan ; gelen ve giden yüzlerce dosttan sonra, midesine
bir lokma ekmek girmesi için iş geldikçe şak şak şak çalışan iri , kalın
makas tanımlıyordu onu en iyi.
Doğrusu bu olmalıydı: Terzi Cemal.
Yılların birikmiş izini üzerinde taşıyan, kararmış taş yapılı Han'ın
kapısından içeri girdiğimizde, bizleri dik bir merdiven karşılıyordu.
Her basamağı iyice aşınmış mermer merdiveni çıkarken, yer yer boyası
dökülmüş duvarlar burada karşılaşacağımız hiçbir şeyin sürpriz olmayacağını
fısıldıyordu sanki.
Dördüncü kata geldiğimizde, önce bir soluklandık, etrafımıza bakındık.
Han odalarının arasına sıkışmış, küçücük bir dükkanın kapı camından onu
gördük.
Kalın camlı gözlükleri burnunun üzerine düşmüş, tahta tezgâhda birşeyler
yapmakla meşguldü. Selam verip girdiğimizde, tanıdıklarını karşılayan bir
insan rahatlığıyla, yerinden zıplarcasına kalkıp, hızla tokalaşıp, tekrar
yerine geçmesi, evet hepsi birkaç saniyede olup bitivermişdi.
Duvarlar, çoğunlukla onbeş yirmi santim ebatlarında tahtadan oyulmuş,
işlenmiş ağaç parçalarıyla doluydu. Bu çakı, diyordu, herşeyim, tek aletim
bu çakı. Çakıyı sağ elinde, parmakları arasında bir tespih gibi gezdiriyor,
zaman zaman yine tek elinde tak, tak açıp kapatıyordu.
Her şey Hakkari de çocuklara oyuncak yapmakla başladı, diyor. Portakal
kasalarından oyuncak yapmaya başlıyor. Sonra, el ve çakı öylesine bütünleşip
uyuşuyor ki, artık tahta parçalarını ince ince işliyor. Ayetler,vecizeler,
resimler daha neler neler. Bir de vernik sürüyor ki pırıl pırıl parlıyor.
Bu İstanbul'a ilk geldiğim zamanlar, diyor. Duvarda küçük küçük resimler.
Onlardan bir tanesi...Yakışıklı , genç bir delikanlı. Başında fötr şapka.
Osmanbey'de terzilik yaptığı günler.
Almanya'da çalıştığı fabrika. Almanya'dan döndüğünde çekilmiş başka bir
fotoğraf. İyice çökmüş. Saçlar dökülmüş ve kalanların hepsi beyaz.
Bir miktar para vardı, diyor, Almanya'dan döndüğümde. Ama hızla eriyor o
para. Sıkıntılar,bunalımlar arka arkaya geliyor.Evden çıkıyor birgün, geri
dönmemecesine.Terzi arkadaşının dükkanına uğruyor, vedalaşır gibi. Allah,
Allah! Onca seneden sonra hala inanamıyor gibi. Dalıyor anlatırken... Semt
camiinin imamı elinde pantol çıkageliyor. Paça yaptıracak. Pek istemese de
laf lafı açıyor. Sen misin ki, giden? Sen misin ki, gelen Almanya'dan? Öyle
diyor, İmam. Götüren de O, getiren de O. Bu minval üzere sözler.
Tabii şimdi anlatması kolay, diyor. Yolunun kesildiğini düşünüyor.Tövbe
ediyor. Hayata dönüyor tekrar. Makası sımsıkı tutuyor. O, onun altın
bileziği. Kalın makasının tak taklarıyla , makinasının tıkırtılarıyla
çorbayı kaynatıyor. Bir de çakısı...
Eşini de kaybediyor bu arada. Bu tutunma zamanlarında. En zoru da bu, diyor.
Gözleri doluyor. Duvardaki işlemeleri gösterme bahanesiyle arkasını dönüp,
burnunu çekiveriyor.
İşimiz bittiğinde, cümleleri yarım bırakıp, tez zamanda tekrar uğramak üzere
ayrılıyoruz..
Çok kar yağdı İstanbul'a bu sene. Ne yaptı, ne etti, gidip bir bakmalı Terzi
Cemal'e.
İstanbulbirnokta/Süleyman Çelik
Hiçbiri değildi belki de.
Onca çalkantılı yıllardan ; gelen ve giden yüzlerce dosttan sonra, midesine
bir lokma ekmek girmesi için iş geldikçe şak şak şak çalışan iri , kalın
makas tanımlıyordu onu en iyi.
Doğrusu bu olmalıydı: Terzi Cemal.
Yılların birikmiş izini üzerinde taşıyan, kararmış taş yapılı Han'ın
kapısından içeri girdiğimizde, bizleri dik bir merdiven karşılıyordu.
Her basamağı iyice aşınmış mermer merdiveni çıkarken, yer yer boyası
dökülmüş duvarlar burada karşılaşacağımız hiçbir şeyin sürpriz olmayacağını
fısıldıyordu sanki.
Dördüncü kata geldiğimizde, önce bir soluklandık, etrafımıza bakındık.
Han odalarının arasına sıkışmış, küçücük bir dükkanın kapı camından onu
gördük.
Kalın camlı gözlükleri burnunun üzerine düşmüş, tahta tezgâhda birşeyler
yapmakla meşguldü. Selam verip girdiğimizde, tanıdıklarını karşılayan bir
insan rahatlığıyla, yerinden zıplarcasına kalkıp, hızla tokalaşıp, tekrar
yerine geçmesi, evet hepsi birkaç saniyede olup bitivermişdi.
Duvarlar, çoğunlukla onbeş yirmi santim ebatlarında tahtadan oyulmuş,
işlenmiş ağaç parçalarıyla doluydu. Bu çakı, diyordu, herşeyim, tek aletim
bu çakı. Çakıyı sağ elinde, parmakları arasında bir tespih gibi gezdiriyor,
zaman zaman yine tek elinde tak, tak açıp kapatıyordu.
Her şey Hakkari de çocuklara oyuncak yapmakla başladı, diyor. Portakal
kasalarından oyuncak yapmaya başlıyor. Sonra, el ve çakı öylesine bütünleşip
uyuşuyor ki, artık tahta parçalarını ince ince işliyor. Ayetler,vecizeler,
resimler daha neler neler. Bir de vernik sürüyor ki pırıl pırıl parlıyor.
Bu İstanbul'a ilk geldiğim zamanlar, diyor. Duvarda küçük küçük resimler.
Onlardan bir tanesi...Yakışıklı , genç bir delikanlı. Başında fötr şapka.
Osmanbey'de terzilik yaptığı günler.
Almanya'da çalıştığı fabrika. Almanya'dan döndüğünde çekilmiş başka bir
fotoğraf. İyice çökmüş. Saçlar dökülmüş ve kalanların hepsi beyaz.
Bir miktar para vardı, diyor, Almanya'dan döndüğümde. Ama hızla eriyor o
para. Sıkıntılar,bunalımlar arka arkaya geliyor.Evden çıkıyor birgün, geri
dönmemecesine.Terzi arkadaşının dükkanına uğruyor, vedalaşır gibi. Allah,
Allah! Onca seneden sonra hala inanamıyor gibi. Dalıyor anlatırken... Semt
camiinin imamı elinde pantol çıkageliyor. Paça yaptıracak. Pek istemese de
laf lafı açıyor. Sen misin ki, giden? Sen misin ki, gelen Almanya'dan? Öyle
diyor, İmam. Götüren de O, getiren de O. Bu minval üzere sözler.
Tabii şimdi anlatması kolay, diyor. Yolunun kesildiğini düşünüyor.Tövbe
ediyor. Hayata dönüyor tekrar. Makası sımsıkı tutuyor. O, onun altın
bileziği. Kalın makasının tak taklarıyla , makinasının tıkırtılarıyla
çorbayı kaynatıyor. Bir de çakısı...
Eşini de kaybediyor bu arada. Bu tutunma zamanlarında. En zoru da bu, diyor.
Gözleri doluyor. Duvardaki işlemeleri gösterme bahanesiyle arkasını dönüp,
burnunu çekiveriyor.
İşimiz bittiğinde, cümleleri yarım bırakıp, tez zamanda tekrar uğramak üzere
ayrılıyoruz..
Çok kar yağdı İstanbul'a bu sene. Ne yaptı, ne etti, gidip bir bakmalı Terzi
Cemal'e.
İstanbulbirnokta/Süleyman Çelik
Yorumlar
Yorum Gönder
Birşeyler yazmak ister misn?